-Ayın Bir’i Kilisesi-

Biraz sonra okuyacağınız yazı sonrası tepki verenleriniz olacaktır, saygıyla karşılayacağımı belirterek yazıma başlamak istiyorum. 

Klasik akşamlarımızdan biriydi, kahvelerimizi hazırlayıp bahçeye inmiştik, minnoş komşum Gizem ile birlikte. Sohbet ederken konunun nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kiliselere geldi. Çocukluğumdan beri ilgim olduğunu anlattım. -Evet kilise ziyaretlerini çok severim.- Unkapanı’nda küçük bir kilise var, -Ayın Bir’i Kilisesi- haftaya ben gidicem sende gel birlikte gidelim dedi. Daha önce hiç duymamıştım, yeni bir yer görecek olmanın mutluluğuyla tamam dedim. Planımızı yaptık önümüzdeki Perşembe günü gitmeye karar verdik. 

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü sabah saat 10.00 sularıydı çıktık yola. Ayın Bir’i Kilisesi Salı ve Perşembe Günleri öğlen saat 12.00’ye kadar açık. Unkapanı İMÇ 3. Çarşısının arkasında kalıyor. Yolda yürürken yaşlı bir amca -belli ki ruhsal olarak biraz zor şeyler yaşamış (deli değildi!)- bizi gördüğü gibi ‘orda orda kilise orda gidin ziyaret edin’ diye tekrarlamaya başladı. Kapıdan içeri girdiğinizde küçük bir avlu karşılıyor sizi. Birkaç adım attıktan sonra kilise kapısına geldik. Bizim önümüzde siyahi başı örtülü insanlar vardı, ayakkabılarını çıkartıp öyle girdiler içeri! Muhteşem bir detaydı benim için. Bizde camiiye girerken ayakkabı çıkartılır çünkü sokağın pisliği, mikropların içeriye taşınmasına engel olur ve bunun yanı sıra caminin saygınlığına aykırıdır. Konumuza dönecek olursak kiliseden içeri girdiğinizde sol tarafta Papaz’ın durduğu alan var, hemen karşısında mumların dizili olduğu bir masa ve yanında ödeme yapacağınız banko bulunmakta.  Dilediğiniz kadar mum alabiliyorsunuz. (Mumların tanesi 2 TL) Kilisenin tam ortasında küçük bir mermer taş üzerinde Haç sembolü var, hemen arkasında duvarda Hz. İsa’nın resimi ve onun önünde küçük bir masa üzerinde İncil açık şekilde duruyor. Kişiler oranın önünde durup dua ediyorlar. Sağ tarafa doğru ilerlediğinizde S şeklinde bir merdivenden aşağı iniyorsunuz. Karşınıza Ayazma Çeşmesi çıkıyor. Buradan çıkan suyun şifalı olduğuna inanılıyor. 3 musluk başlığı var, sırasıyla oradan (sağdan sola- soldan sağa farketmiyor sanırım fakat siz yine de görevliye sorabilirsiniz, ben sağdan sola olarak ilerlemiştim) su içebilir, yüzünüzü yıkayabilirsiniz. Hani yukarıda siyahi insanlardan bahsetmiştim, arkamı döndüğümde diğer tarafta namaz kılıyorlardı. Abdestlerini o çeşmede alıp, ibadetlerini yerine getirdiler. Allah kabul etsin! Küçük kilise ziyaretini gerçekleştirip mimarisini kendimce inceledikten sonra mum yakmak üzere yukarı çıktık. Çünkü mum yakılan yer kilisenin hemen kapı bitişinde dikdörtgen alan üzerine kurulmuş başka bir yapıydı. Belli eşit aralıklarla ayrılmış, içerlerine kum tanelerinin döşenmiş olduğu bir masa… Büyüklü küçüklü mumlar ve yanmakta olan ateşlerin dansını seyretmek bana eşsiz bir huzur sağlıyor. Ben dileğimi diledim ve 3 tane mum diktim. İki mumu yan yana birleştirerek yaktım ve diktim. Nedeni ise hayatımdaki kişi ve beni simgeliyordu. Diğeri de genel olarak dilediğim şeyler üzerineydi. Mum yakmak benim için tamamiyle sembolize bir şey, onun içinde günah olduğuna inanmıyorum. Dileklerimizi de dilediğimize göre sıra tekrar kiliseye dönmek ve dilek anahtarı almaktaydı. Bankodan ücret karşılığında anahtar alıyorsunuz, dileğiniz kabul olduğunda o anahtarı getirip bankoya geri veriyorsunuz. Almış olduğum anahtar kim bilir kaç kişinin kabul olmuş dua enerjisini taşıyor. Olumlu enerjiye inanan birisi olarak anahtarı yanımdan hiç ayırmıyorum. Birgün dualarım, dileklerim kabul olduğunda anahtarı teslim etmeye gideceğim ve oraya gelen başka kişilerin dualarına enerji olacak! Çok keyifli ve huzur verici… 

Kiliselerinde bir ibadethane olduğunu unutmamak gerekiyor. Önemli olan yüreğinizdeki niyettir. Dua etmenin yeri zamanı yoktur. Cami ziyaretleri yaptığım gibi, kiliselere de gidiyorum. Ama bu kesinlikle şekilcilik ya da özentilikten değil, kilisenin başka bir aurası olduğuna inanıyorum. 

Olur da bir gün yolunuz düşerse mutlaka gitmenizi tavsiye ederim. Hatta internetten daha detaylı bilgi edinebilirsiniz tarihçesi hakkında. Ben araştırma yaparken Ayşe Arman’ın köşe yazısına denk geldim, keyifli bir yazı olmuş…

Fotoğraflar kısmından kilise fotoğraflarına bakabilirsiniz. 

#sosyalmedyacanavarıolmakistermisin? Workshop etkinliği üzerine…

Oğuzhan Saruhan’a hitaben,

Bir süredir sosyal medya ile alakalı eğitim araştırmaları yapıyordum ve İstanbul Boğaziçi Enstitüsü’nün Sosyal Medya Uzmanlığı eğitimini aldım. Bu alanda kendimi nasıl daha ileri geliştirebilirim diye düşünüyordum ki, biletix de gezinirken karşıma Sosyal Medya Canavarı Olmak İster Misin? adlı etkinlik çıktı. Evrenin çekim yasası bu olsa gerek dedim ve tıkladım. Açıklama kısmını okuduktan sonra Oğuzhan bey’i İnstagram’da takip etmeye başladım. Aynı isimde kitap çıkartmış, önce kitabını inceleyip daha sonra bileti alırım dedim kendime. Hemen Babil.com’dan siparişimi verdim. Ertesi gün kitabım geldi. İncelemeye başladım ve hoşuma gitti. Sade, açıklayıcı ve samimi bir dille kaleme almış olduğu kitabını beğendim ve biletix’e girip bileti aldım.

23 Ocak Perşembe akşamı Mastercamp Eğitim Platformu’nda yaklaşık olarak 2 saatlik bir workshop eğitimine katıldım. Zamanın kısıtlı olması sebebiyle hazırlamış olduğu sunumunda her konuya değinemediğini, önemli ana konuların birkaçını işlediğini belirttikten sonra eğitim başladı. Yıllardır içinde bulunduğu sektörel tecrübelerini anlatmasının yanısıra hazırlamış olduğu eğlenceli örnekleriyle workshop’a renk kattı. Öğretici olmanın kabiliyet gerektiren önemli bir husus olduğunu düşündüğümden Oğuzhan bey’in samimi ve akıcı konuşma dili sayesinde hiç sıkılmadan hatta ve hatta bitmesini istemediğimiz, gerçekten çok güzel bir workshop etkinliği oldu, yüreğinize sağlık hocam

Bilgi paylaşıldıkça değer kazanır!

İç sesim ile daldan dala…

Bir daha bu dünyaya şu an ki bedenimiz, benliğimizle geleceğimizin garantisi var mı? -bilemiyorum! Hadi gelmeyeceğimizden ele alalım, neden insanlar bu kadar bencil? Neden kırıp dökmeyi marifet sanıyorlar? Nefes aldığımız her an bu kadar özel ve bir saniyenin bile geri dönüşü olmuyorken neden güzel olabilecek şeyleri mahvetmeyi seçiyorlar? Dünya iyilik ve kötülük kelimelerinin savaşını verdiğimiz bir gezegen… Bu iki kelimenin hassas bir dengesi olduğunun da farkındayım fakat benim anlamlandıramadığım şey insanların iyilikten çok bilinçli ya da bilinçsiz kötülüğü seçmeleri. Aklım çok karışık ve zaman zaman kendime şunu soruyorum ‘sorun sende mi acaba? ’ Evet belki de sorun bendedir. Bu kadar hassas olmak, her şeyi iyi yönünden düşünme içgüdüsünden vazgeçememek ve ne kadar yorulursam yorulayım kendimi değiştirememek.  

Son zamanlarda kendi kabuğuma çekildim. İnsanlardan uzaklaşmak, kendi iç sesimle yalnız kalmak iyi gelmeye başladı. İlk adım şahsi İnstagram hesabımı geçici olarak dondurmakla başladım. Değerli olduğunu bildiğim zamanımı ister istemez nasıl da boşa geçirdiğimi fark ettim. Çünkü sosyal medyayı gerçek anlamıyla kullanamıyoruz. Bu aksi söylenemeyecek acı bir gerçek! Kadın erkek ayırmaksızın paylaşılan fotoğrafların güzelleşmek adı altında photoshop programlarıyla olduğundan farklı göstererek kendini beğendirmeye çalışan profil hesapları hemen herkesin takipçi listesinde vardır. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuluyor? Neden kişi(ler) doğal benliklerini kabul edemiyorlar da başkalaşmaya çalışıyorlar? Paylaşılan bir gönderinin beğeni sayısı neden bu kadar önemli? Ego savaşlarına dur demeli… -Kafamda deli sorular! – 

Uzun zaman önce internette gezinirken bir deneme yazısına denk gelmiştim. Güzellik hakkında yazılmış olan bu deneme yazısında bir cümle vardı ki silkelenip kendime gelmemi sağladı. ‘Makyaj kadının maskesidir.’ Bir kaç gün bu cümleyi düşünmeden duramadım. Ucu açık bir cümleydi, nasıl anlamak istediğine bağlı olarak kişi kendine göre yorumlayabilirdi. Maskenin kelime anlamını okudum önce; tanınmamak için yüze geçirilen, boyalı kartondan, plastikten vb. yapılmış, insan ya da hayvan yüzü biçiminde yapay yüz.  Sonra kendime şu soruları sordum: Neden makyaj yapıyorsun? Daha güzel görünmek için mi? Hoşlandığın kişiye karşı kendini beğendirme arzusu mu? Kullandığın ürün ne kadar iyi olursa olsun maddi manevi sana verdiği zararları düşünüyor musun? Ve bunlara benzer birçok sorunun cevabını kendime verdikten sonra kendimi olduğum gibi kabul etmeyi öğrendim ve kendimi aslında doğal halimle daha çok sevdiğimi fark ettim. Evet ben maske takmak istemiyordum. Beni sevecek kişi ben olduğum için doğal halimle sevmeliydi! Sivilce izlerim kapansın diye kullandığım BB Krem ve pudranın aslında yüzümde ne kadar ağırlık yaptığını ve bir süre kullanmayı bıraktıktan sonra ve doğru temizleme ve cilt yenileme ürünleriyle izlerime elveda dedim. Sadece özel günlerde makyaj yapacaksam yapıyorum ve kısa bir süre sonra hemen silme isteği geliyor. Günlük makyaj yapacaksam da rimel ve ruj sürüp çıkıyorum. (Kadın dediğin bakımlı olmalı, ama bu demek değil ki boya küpüne batmalı! Doğal ürünlerle, bitkisel kozmatik ürünleriyle makyaj yapmadan da güzelleşebilir, bakımlı görünebilirsiniz. Naçizane düşüncem…)  

ikinci adım okumaktan keyif alacağım ve bana bir şeyler katacağını düşündüğüm kitaplar satın almak oldu.

  • İlber Ortaylı- Bir Ömür Nasıl Yaşanır?
  • Nigel Cumberland- Başarılı İnsanların Yaptıkları 100 Şey
  • Meltem Güner- Sırlar Bohçası
  • Anette Inselberg- Her Şey Değişir
  • Stephen R. Covey- Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı
  • Whitney Johnson- Cesur ol, Hayal et, Yap
  • Ethem Emin Nemutlu- Nasip Niyete Vurgundur

Bir tutam huzur tarifi;

Orta şeker türk kahvesi yanında bir parça çikolata ve okumaya başladığım kitabım.

Şuan okumakta olduğum Anette Inselberg’in Ritüeller Kitabı, Her Şey Değişir kitabı. Bitirdikten sonra kitap incelemesini kalemim yettiğince senine paylaşmaya çalışacağım.

Zaman ayırıp blog yazımı okuduğun için teşekkür eder, mutlu günler dilerim!..

Sevgilerimle

‘Ağlamakla gülmek kardeştir’ derdi anneannem…

Her sabah olduğu gibi uyandıktan sonra güne güzel enerjiyle başlamak için kahvemi yaptım ve acaba bugün neler oldu diye haberlere baktığımda yine yeniden bir kadın cinayeti haberiyle karşı karşıya kaldım. CEREN ÖZDEMİR; Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Müzik Bölümü 2nci sınıf öğrencisi, ayrıca bir balerindi. Ceren artık hep 20 yaşında!!! Dün akşam saatlerinde antrenmandan çıkmış evine giderken kimliği belirlenemeyen bir kişi tarafından evinin kapısında bıçaklı saldırıya uğradı. Karın ve göğüs boşluğuna aldığı darbeyle yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Doktorun yapmış olduğu açıklamaya göre “kalbi ikiye bölünmüş” bu nasıl bir nefret, hırs, vahşet?! 3 gün sonra 21nci yaş kutlamasını yapacakken sonsuzluğa uğurlandı. NEDEN?  

Türkiye’de kadın olmak neden bu kadar zor? Ülkece ilerlememiz gerekirken, gerilediğimiz göz ardı edilemeyecek acı bir gerçek. Peki bunun sorumlusu kim(ler)? Ne zaman bitecek bu haberler? Birileri her seferinde gereken çalışmaları yapıyoruz dedikçe her geçen gün kadına şiddet haberlerinin sayısı katlanarak çoğalıyor. Yeter artık! Daha kaç kadının can vermesi gerekiyor bir şeylerin gerçek anlamda yoluna girmesi için…  

Bunların yanı sıra güzel haberler de duyabiliyoruz, şükürler olsun! Şule Çet davasında beklenen karar verildi. Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Şule’nin katili Çağatay Aksu müebbet hapis cezasına çarptırılırken, Berk Akand 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Hala bir yerlerde adaletin işlediğini görebilmek, duyabilmek sevindiriyor beni… Ağlanacak halimize gülüyoruz desem çok mu ayıp etmiş olurum? -şimdiden özür dilerim.- 

“İn vino veritas” 🍷

Bir sonbahar akşamüstüydü ona rastladığımın ilk günü…
Sadece bir kere görebilmiştim!
Aylar, günler, saatler, saniyeler geçti,
geçmeye de devam ediyor
bir an olsun çıkmadı aklımdan.
İtiraf etmek gerekirse çıksında istemem! Hiçbir zaman anlamını yitirmeyecek bende, her sonbahar akşamı yağmur yağdığında tirbuşon mantarla, şarap kadehle birleşecek ama biz ayrı olacağız…
İlk kadehimi sevgine kaldıracağım, sonrası mı?
Sensiz geçen günlere!
Açacağım en sevdiğim şarkıyı,
eşlik ede ede haykıracağım.
Sen dışında herkes duyacak beni,
belki rahatsız olanlar olacak sesimden
umrumda olmaması için kapatacağım kulaklarımı!
Keşke kulaklarımı kapattığım gibi gönlümüde kapatabilsem sana
Belki bu kadar acı çekmem!
Bazen soruyorum kendime çektiğim acı mı güzelleştiriyor seni içimde…
İnan doğru cevabı bulamıyorum…

🍷

Ezgi’nin Günlüğü- Kasım’19

Dizi Önerisi -2-

Bugün sizlere yaklaşık olarak 2 hafta önce tesadüfen karşıma çıkan Greenleaf dizisinden bahsetmek istiyorum. 4 sezondan oluşmakta olan bu dizinin son bölümünü az önce bitirdim ve şuan kendimi boşlukta hissediyorum. Neden mi? Ard arda severek izlediğim nadir dizilerden birisiydi ve etkileyiciydi.

Uzun lafın kısası toparlamak gerekirse Memphis’te yaşamakta olan Greenleaf soyisimli siyahi bir ailenin yönetmekte olduğu kilise ve yaşamlarındaki iniş çıkışlardan söz edilmektedir. Bir yanda dindarlıkları, diğer yanda yapmış oldukları hatalar yüzünden alt üst olan yaşamları…

Neredeyse her bölümünde hayata dair iyi ya da kötü ders alınabilecek olaylar, işaretler var, bana göre!. Yine dikkatle izlenilmesi gereken dizilerden bir tanesi… İzleyeceğini düşünerekten keyifli seyirler dilerim. Patlamış mısırını almayı unutma 🙂

Dizi Önerisi -1-

Bugün sizlere uzun zaman önce Netflix’te tesadüfen izlemiş olduğum, çok etkilendiğim ve mutlaka izlemenizi önereceğim gerçek yaşanmış bir olayın 4 bölümden oluşan dizisinden bahsetmek istiyorum.  

‘WHEN THEY SEE US’  

1989 yılında Amerika Birleşik Devletleri New York şehrindeki Central Park’ta yaşanmıştır. Central Park Beşlisi olarak söz edilen bu olay Trisha Ellen Meili adında bir bankacının koşu sporu yaptığı sırada tecavüz edildikten sonra öldürülmesi ve bu olayın tesadüfen orada bulunan 5 masum insanın üzerine yıkılmasını kaleme alan bir mini dizi.  

Dikkatli izlemeni rica ediyorum. Çünkü sonrasında senden bir ricam olacak, izlerken ve sonrasında hayatın olağan akışında yaşanan birtakım şeyleri fark edebilecek misin? İzleyeceğini düşünerek iyi seyirler dilerim. (Görüşlerini izledikten sonra yorumda paylaşırsan sevinirim.)

Central Park Beşlisi belgeselini izlemek istersen eğer linkte paylaşıyorum.

https://www.qdailymotion.com/video/xzxfsq

Sevgisiz kalplere selam olsun!

Bugün sizlerle paylaşacağım yazı hayvan sevgisi(zliği) üzerine olacak. Nasıl olurda bir insan okul taksidiğini ödeyemediği gerekçesiyle 2 yaşındaki pomerian boo köpeğini 11 Bin TL’ye satışa çıkartır? Öğrendiğimden beri aklım almıyor, sinirlerime hakim olamıyorum. Pollayana’cılığımı ortaya çıkartıp köpek bakımının zor olduğundan dolayı sahiplendirmek istedikleri için böyle bir bahane sunduklarını düşünmeye çalışsam da ne algım ne de yüreğim buna izin vermiyor. Çünkü amaç köpeğin daha huzurlu, mutlu ve sağlıklı bir yaşama devam etmesi değil tamamiyle ticaret…!

Kedi ve köpeklerin ticaret amacıyla çiftleştirilmeleri, satışa çıkartılmaları, geçici bir hevesle hediye edilmelerine tahammül edemiyorum. Unutmayın ki onlarında bir ruhu var! Onlar da ağlıyor, gülüyor, seviniyor, üzülüyor… Bir anlık hevesle!! evcil hayvan besliyor musun? sorusuna karşılık evet cevabı vermek için hayvan sahiplenmeyin! O’nun sorumluluğunu alamayacaksan egonu şişirmeyeceksin! Her zaman söylediğim bi’şey var; ‘Sevmek zorunda değilsin ama SAYGI duymak zorundasın’

Vira Bismillah, rastgele!…

Günaydın!

… gecenin bir vaktinde Allah’ın selameti üzerinde olsun deyip çıkıverdiler evlerinden. Kimisi takasına bindi kimisi de büyük balıkçı gemisine, vira bismillah diyerek açıldılar denize, attılar ağlarını beklediler. Balık yem bulma derdinde, balıkçı onu avlama… Tezgahlar şenlenmeli balıkçı evine para götürebilmeliydi. Peki ya balığın ne hissettiğini düşünen var mıydı?

Bu fotoğrafları bu sabah çektim. Fotoğrafçı değilim, güzel çekerim iddialarımda yoktur hani. Elimden geldiğince an’ı saklamak için güzel gördüğüm şeyleri çekerim, çekmeye çalışırım… Bu karelerde en çok beni etkileyen Efe Dede oldu. Selam olsun size emekçiler!

Hacı Mustafa Mollaoğlu Bl. Fatsa

Yenikale

Efe Dede